İstanbul / Türkiye
+90 545 491 15 96

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ VE ANAYASA MAHKEMESİNE TÜZEL KİŞİLİK ADINA YAPILAN MÜLKİYET HAKKI İHLALİ ŞİKAYETLERİNDE ÜYE, ESKİ ORTAK VEYA YÖNETİCİLERİN BAŞVURUCU VE MAĞDUR SIFATLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ VE ANAYASA MAHKEMESİNE TÜZEL KİŞİLİK ADINA YAPILAN MÜLKİYET HAKKI İHLALİ ŞİKAYETLERİNDE ÜYE, ESKİ ORTAK VEYA YÖNETİCİLERİN BAŞVURUCU VE MAĞDUR SIFATLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Dr. Hüseyin EKİNCİ

ÖZET

Tüzel kişiliğe sahip hukuk süjelerinin adli ve idari merciler önünde hak ve mükellefiyetleriyle ilgili olarak yetkili organlarınca temsil edilecekleri kuşkusuzdur. Hukuken şirket veya tüzel kişiliği temsile yetkili organ ya da kişiler, bu sıfatlarına dayalı olarak tüzel kişiliği hak ve borç altına sokabilmekte, onun nam ve hesabına her türlü işlemi yapabilmektedirler. Buna karşılık kural olarak, tüzel kişilik perdesi nedeniyle kendisini temsile yetkili olmayan ortak ya da üyelerinin, tüzel kişinin haklarına herhangi bir müdahale durumunda ilgili kişi ya da kurumlar aleyhine davalar açabilme ya da tüzel kişiliği temsilen işlem yapabilme konusunda yetkileri yoktur. 

Buna karşılık çeşitli nedenlerle tüzel kişilerin temsile yetkili organının bulunmadığı, tüzel kişiliğinin sona erdiği ya da erdirildiği ve en önemlisi de temsile yetkili organın mevcut olmasına rağmen çeşitli nedenlerle gerekli girişimleri yapmasının beklenemeyeceği haller söz konusu olabilmektedir. Bu gibi durumlarda tüzel kişinin nam ve hesabına iç hukuk ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde özellikle mülkiyet hakkının korunması bağlamında kimlerin başvuru hakkını kullanabileceği hususu önem arz etmektedir. 

Çalışmada, tüzel kişiliği oluşturan üyelerin, pay sahiplerinin, eski organ ya da yöneticilerin derece mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve AİHM nezdinde hukuk ve hak arama yollarına başvuru imkanları ve buna dair mahkemelerin içtihadı ortaya konulmaktadır. 

AİHM, istisnai nitelikte de olsa tüzel kişilerin mülkiyet haklarının kamu gücü tarafından ihlal edildiği durumlarda mağdur olan bu kişiler adına tüzel kişiliğin üyeleri, şirket ortakları ve eski yöneticilerinin de mağdur sıfatının varlığını kabul etmekte ve onlar tarafından yapılan başvuruları incelemektedir. Bu gibi durumlarda esasında şirket tüzel kişiliğinin doğrudan zararı, ortaklar ya da üyeler bakımından dolaylı zarar olarak ortaya çıkmaktadır. Bu takdirde kamu gücü işleminden kaynaklanan zarar, ortakların ve aynı zamanda şirket tüzel kişiliğinin mülkiyet hakkının ihlali teşkil etmektedir. 

SUMMARY

THE EVALUATION OF THE STATUS OF VICTIM AND APPLICANT OF THE MEMBERS, FORMER PARTNERS OR MANAGERS OF LEGAL ENTITIES ON THE APPLICATION MADE ON BEHALF OF THE LEGAL ENTITY LODGED WITH THE CONSTITUTIONAL COURT AND THE EUROPEAN COURT OF HUMAN RIGHTS WITH THE ALLEGATION OF PROPERTY RIGHTS VIOLATIONS. 

There is no doubt that legal entities will be represented by their competent bodies before judicial and administrative authorities regarding their rights and obligations. Authorized boards or representatives that represent the company or the legal entity can put the legal entity under rights and obligations, and carry out all kinds of transactions on behalf of the legal entity. On the other hand, as a rule, the shareholders or members who are not authorized to represent the legal entity due to the veil of legal personality do not have the authority to file a lawsuit against the relevant person or institutions or to act on behalf of the legal entity in case of any interference with the rights of the legal person.

There may be circumstances that legal entities do not have a representative body due to some legal requirements or their legal personality is terminated or most importantly, despite the existence of an authorized representative body, it cannot be expected to take the necessary initiatives for various reasons. In such cases, the question would be critical that who shall exercise the right to lodge an application on behalf of the legal person before domestic institutions or before the European Court of Human Rights (ECHR), especially in the context of the protection of property right?

In this study, the prospect of members, shareholders, former organs, or managers of legal entities of applying to the domestic courts, to the Constitutional Court, and the ECHR will be examined. Besides, the relevant jurisprudence of the courts in this field will also be considered. 

The ECtHR acknowledges, albeit exceptionally, the existence of the victim status of the members of the legal entity, its partners, and former managers on behalf of the victims in cases where the property rights of the legal entities are violated by a public authority and examines the applications brought by them. In fact, in this situation, the direct damage of the legal entity renders its partners and members to suffer indirect damage. In this case, the damage caused by the public power transaction constitutes a violation of the property rights of the partners as well as the corporate legal entity.

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ VE ANAYASA MAHKEMESİNE TÜZEL KİŞİLİK ADINA YAPILAN  MÜLKİYET HAKKI İHLALİ ŞİKAYETLERİNDE ÜYE, ESKİ ORTAK VEYA YÖNETİCİLERİN BAŞVURUCU VE MAĞDUR SIFATLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

GİRİŞ

Tüzel kişiliğe sahip hukuk süjelerinin adli ve idari merciler önünde hak ve mükellefiyetleriyle ilgili olarak yetkili organlarınca temsil edilecekleri kuşkusuzdur. Hukuken şirket veya tüzel kişiliği temsile yetkili organ ya da kişiler, bu sıfatlarına dayalı olarak tüzel kişiliği hak ve borç altına sokabilmekte, onun nam ve hesabına her türlü işlemi yapabilmektedirler. Buna karşılık kural olarak, tüzel kişilik perdesi nedeniyle kendisini temsile yetkili olmayan ortak ya da üyelerinin, tüzel kişinin haklarına herhangi bir müdahale durumunda ilgili kişi ya da kurumlar aleyhine davalar açabilme ya da tüzel kişiliği temsilen işlem yapabilme konusunda yetkileri yoktur. 

Bilindiği üzere tüzel kişilerin, kendilerini oluşturan gerçek ve tüzel kişilerden farklı ve ayrı bir varlıklar olarak hak ve borç öznesi olmalarının doğal bir sonucu, yalnızca kendi yetkili organları tarafından temsil edilmeleri ve bu yolla faaliyetlerini sürdürmeleridir. Ne var ki bu yaklaşım, özellikle tüzel kişiler ve de şirketlerin mevcut organlarının çeşitli nedenlerle temsil görevini icra edemedikleri yahut mevcut koşullar itibarıyla şirket organlarından bunu yapmalarının beklenmeyeceği hallerde oldukça mahzurlu sonuçlar doğurabilecektir. 

Özellikle şirketler ya da diğer tüzel kişilerin varlıklarının hukuki olarak sona erdirildiği, yönetim ve denetim organlarının kamu otoritelerince değiştirildiği, kayyımlar atandığı ya da kamu idarelerine bağlandığı durumlarda, bu sonucu doğuran işlemlere karşı yeni kurulmuş olan mevcut tüzel kişilik organının söz konusu başvuru yollarını kullanmaları beklenemeyecektir. Aynı durum, kamu otoritesinin atadığı ya da görevlendirdiği kayyım ya da tüzel kişinin yer aldığı yönetim organının iş ve işlemlerine karşı yapılacak başvuru ve şikayetler bakımından da geçerlidir. 

Bu gibi koşullar altında tüzel kişiliğin temsil edilmesi sorunu, bu hukuk kişilerinin kendi tüzel kişiliğinin korunmasıyla aynı oranda, onların ortak ya da üyelerinin temel hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından da hayati önem taşımaktadır. Kuşkusuz hukuk düzeninden bu gibi durumlarda beklenen, tüzel kişiliklerin varlıklarının sürdürülmesi, ortak ve üyelerinin haklarının korunması için temsil konusundaki kuralların şekilci yorumlanması neticesinde olası hak kayıplarının ve her şeyden de önemlisi sui istimallerin önüne geçilmesidir. 

Bu çalışmada çeşitli nedenlerle tüzel kişilerin temsile yetkili organının bulunmadığı, tüzel kişiliğinin sona erdiği ya da erdirildiği ve en önemlisi de temsile yetkili organın mevcut olmasına rağmen çeşitli nedenlerle gerekli girişimleri yapmasının beklenemeyeceği hallerde bu tüzel kişinin nam ve hesabına iç hukuk ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde özellikle mülkiyet hakkının korunması bağlamında kimlerin başvuru hakkını kullanabileceği hususu tartışma konusu yapılmaktadır. Bu noktada, tüzel kişiliği oluşturan üyelerin, pay sahiplerinin, eski organ ya da yöneticilerin derece mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve AİHM nezdinde hukuk ve hak arama yollarına başvuru imkanları ve buna dair mahkemelerin içtihadının ortaya konulması büyük önem arz etmektedir. 

  1. TÜZEL KİŞİLERİN MÜLKİYET HAKKI İHLALİ BAŞVURULARINDA TEMSİL YETKİSİ 

A- Tüzel Kişilerin Mülkiyet Hakkı ve Temsili 

Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) tüzel kişilerin mülkiyet hakkı öznesi olduklarına dair açık düzenlemeye yer verilmemiştir. Ne var ki bu yönde açık bir kuralın olmaması, tüzel kişilerin hakkın öznesi olamayacakları anlamına gelmemektedir. Niteliği bakımından yalnızca gerçek kişilere özgü olmayan ve aksine bir düzenlemenin de bulunmadığı hâllerde gerçek kişiler gibi tüzel kişiler de AİHS ve Anayasa’da tanınan hak ve özgürlüklere sahip olabilirler. Mülkiyet hakkı, gerçek kişiler bakımından olduğu gibi tüzel kişiler yönünden de bir temel hak olarak tanınmış, ulusal ve uluslararası metinlerde koruma altına alınmıştır. Anayasa’nın Mülkiyet hakkı’’ kenar başlıklı 35. maddesinde herkes ibaresi kullanılırken, AİHS’nin 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinde açıkça her gerçek ya da tüzel kişi (every natural or legal person) ibaresi kullanılmak suretiyle tüzel kişilerin mülkiyet hakkının öznesi olabileceği açık biçimde vurgulanmıştır. 

Bu açıdan Anayasal mülkiyet hakkı, gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin yararlanabileceği bir haktır. Gerçek kişiler gibi özel hukuk tüzel kişileri de bu temel hak bağlamında mal edinme, mülkiyet haklarına saygı gösterilmesini talep etme, bu konuda idari ve yargı mercileri önünde davalar açma hak ve yetkisine sahiptirler. Tüzel kişiliklerin mülkiyet haklarına müdahale edilebilmesi ise yalnızca kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen hallerde ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun hareket edilmesi koşuluyla mümkündür. 

Temsil, bir kimsenin hüküm ve sonuçları başka bir kişinin hukuk alanında doğmak üzere onun adına ve hesabına hukuki işlem yapma yetkisini ifade etmektedir. Bu itibarla tüzel kişiler bakımından tüzel kişiliğin idaresi bir işlev, temsili ise bir yetki olarak görülmektedir. Dolayısıyla temsil, bir gerçek ya da tüzel kişinin dış ilişkileri ile ilgili bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk hukukunda temsile ilişkin genel hükümlerin Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 40 ilâ 48. maddeleri arasında düzenlendiği görülmektedir. Buna karşılık TBK’-deki bu hükümlere ek olarak başka maddelerinde ve başka kanunlarda da temsile dair özel nitelikte bir kısım kurallara yer verilmiştir. Örneğin TBK’nin 547 vd. maddelerinde ticari temsilci, 551. maddesinde ise ticari vekile dair düzenlemeler bulunmaktadır. Dernekler ve vakıfların temsiline ilişkin kurallar Türk Medeni Kanunu’nda (TMK), ticaret şirketlerinin temsili konusu ise özel olarak Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) yer almaktadır. 

Yine tüzel kişilerin temsil yetkisine dair mevzuatta yer verilen yasal düzenlemelerin haricinde dikkate alınması gereken başka hususlar da vardır. Doğru bir tespit ve değerlendirme yapılabilmesi için bu konuda düzenlemeler içeren ilgili belgelerin de incelenmesi gerekmektedir. Bu bakımdan anonim şirketlerin temsili konusunda, anonim şirketin esas sözleşmesinin ve bu bağlamda temsile, ilzama dair yönetim kurulu ya da genel kurul kararlarının göz önünde tutulması şarttır. Bu hususlar dikkate alınmadan varılacak olan yargının hatalı olabileceği, bu nedenle yanlış çıkarımlar yapılma riskinin bulunduğu unutulmamalıdır.

B- Tüzel Kişilerin Mülkiyet Hakkı İhlalleri ve Başvuru Hakkı

Anayasa ve AİHS’de koruma altına alınan mülkiyet hakkı, geniş bir değerler bütününü ifade eden bir kavram olarak maddi haklar kümesini kapsamaktadır. Tüzel kişiler açısından mülkiyet hakkı ve bunun korunması, öncelikle tüzel kişiliği oluşturan üye, ortak ya da pay sahibi konumundaki gerçek veya tüzel kişiler, şahıs ve mal topluluklarından bağımsız olarak, hukuk tüzel kişilerinin (şirket, vakıf ya da derneğin) bizzat kendilerinin mülkiyet hakkı ve bunun korunması prosedürünü akla getirmektedir. 

D- Tüzel Kişilik Adına Başvuru Hakkının Kullanılması 

Tüzel kişiliğin hukuksal dayanağını oluşturan mevzuat çerçevesinde bu tüzel kişiliğin mülkiyet hakkıyla ilgili ihtilaflardan kaynaklanan hukuk yollarına başvurusu ve bu süreçte tüzel kişiliği temsil yetkisi yasa uyarınca oluşturulmuş organları ve temsile yetkili idarecileri vasıtasıyla gerçekleştirilecektir. Bu açıdan tüzel kişiliğin yetkili organ ya da temsilcisi, bu tüzel kişiliğe dair hukuk metinleri ile onu oluşturan belgeler çerçevesinde ve buna uygun olarak oluşturulmuş organ yetkili ve görevlidir. Başka bir ifadeyle, bu tüzel kişiliği oluşturan gerçek kişilerin ya da tüzel kişiler ile mal topluluklarının üyesi, ortağı, pay sahibi ya da eski yetkililerinin, bu konuda her ne kadar hukuksal ilişki ya da ortaklıktan kaynaklı mülkiyet haklarının varlığı söz konusu olabilse de tüzel kişiyi temsilen ve onun adına dava açabilmeleri, hukuk yollarına başvurabilmeleri mümkün değildir. 

Elbette bu durum bu kişilerin ortak, pay ya da hak sahibi sıfatıyla kendilerinin haklarını korumak amacıyla dava açabilmeleri ya da başvuru yollarına gidebilmeleri imkanının varlığını etkilememektedir. Tüzel kişiliğin sahibi olduğu malvarlığı değerleri aynı zamanda o ortaklığı oluşturan payların sahipleri ya da tüzel kişiliği oluşturan bireyler açısından da bir ekonomik değer ve dolayısıyla mülkiyet hakkına dâhil varlıklardır. Bu itibarla, bir ticaret şirketi ortaklığının ya da payının, AİHS Ek Protokolünün 1. maddesi kapsamında mülk olarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Özellikle ticaret şirketleri her ne kadar TTK bağlamında tüzel kişi tacir olmaları itibarıyla kendi malvarlıklarına ilişkin hakları kullanacak olsalar da ortakların şirket payları üzerindeki hakları kendilerinin malvarlığı haklarına dâhil olup buna ilişkin tasarruf ve dava ehliyetleri bulunmaktadır. Doğrudan doğruya ticaret şirketinin paylarına yönelik kamu gücü işlemi nedeniyle uğranılan zarar sebebiyle oluşan bir ihlal durumunda ortaklar ya da pay sahipleri başvurucu olarak kabul edilebilmektedir. 

Bu noktada yukarıda açıkladığımız genel ilkenin istisnası olarak tüzel kişilik adına, ortak ya da eski yöneticilerin tüzel kişiliği temsilen tüzel kişilik nam ve hesabına başvuru yollarına gidebilmesi imkânının bulunup bulunmadığı sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu problemin yanıtlanması için sorunun çok yönlü olarak değerlendirilmesi gerekmekte ve özellikle de tüzel kişilik perdesi kavramı bağlamında ele alınması zarureti bulunmaktadır.

  1. TÜZEL KİŞİLİĞİN ÜYE, ORTAK VE ESKİ İDARECİLERİNİN HUKUKSAL DURUMU VE ŞİRKETİ TEMSİLEN DAVA VE BAŞVURU HAKKI

Hukuk düzeninin hak ve borçlara ehil bir varlık olarak tanıdığı tüzel kişilikler, bu varlığı oluşturan kurucu, ortak ya da üyelerinden bağımsız bir hukuki kişiliğe sahiptirler. Bu nedenle esas olarak bu tür varlıklar, hukuksal iradelerini mevzuatları gereğine yetkili organları vasıtasıyla kullanırlar. Mülkiyet hakkı ihlali şikâyetleri bakımından AYM ve AİHM’e bireysel başvuru hakkının kullanılması bağlamında tüzel kişiliği haiz olmayan ya da hukuksal statüleri tartışmalı hâle gelmiş olan yapıların mağdur sayılıp sayılamayacakları ve kişi bakımından yetki sorunlarının ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. 

Bu nitelikteki sorunlar, çeşitli sebeplere dayalı olarak ortaya çıkabilmektedir. Bazen hukuk düzeni bu gibi yapılara tüzel kişilik vermezken, bazen geçmişte tüzel kişiliği bulunmasına rağmen başvuru yapıldığı anda ya da öncesinde tüzel kişilik tasfiye sürecine girmiş yahut tüzel kişilik kaybedilmiş olabilmektedir.  

A- Tüzel Kişileri Adına Bireysel Başvuruda Temsile Yetkili Organlar

Ticaret şirketleri, TTK’nin 124/1. maddesi bağlamında, kolektif, adi komandit, sermayesi paylara bölünmüş komandit, anonim ve kooperatif şirket olarak sayılmıştır. Dernekler, vakıflar ve ticaret şirketleri başta olmak üzere tüm özel hukuk tüzel kişileri AİHS kapsamında mülkiyet hakkı ihlali iddiasıyla bireysel başvuru hakkına sahiptirler. Bu tüzel kişilerin hak ve borçlara ehil olmaları, edindikleri malvarlıkları üzerinde mülkiyet hakkına sahip olmaları nedeniyle buna bağlı olarak malvarlıklarına dahil değerlere yönelik tasarruf ve dava hakları vardır. Buna karşılık tüzel kişiliği bulunmayan adi ortaklıklar hukuk aleminde kendisini oluşturan kişilerden bağımsız birer varlık olarak görülmemeleri nedeniyle adi ortaklığın her bir ortağının, mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla bizzat Anayasa’nın 35. ve AİHS Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi uyarınca AYM ya da AİHM’e bireysel başvuru hakkı bulunmaktadır. Tüzel kişiliği bulunan ortaklıklar ya da özel hukuk tüzel kişileri bakımından ise bu hak ve yetki yalnızca şirket tüzel kişiliğini temsile yetkili organ ve temsilciler tarafından şirket adına kullanılabilecektir.

Tüzel kişi ya da bir ticaret şirketini temsilen dava açma ya da başvuru yapma yetkisi tüzel kişiliğinin yetkili organ ve temsilcilerine tanınmış olup böylelikle tüzel kişiliğin maruz kaldığı zararlar ya da hak ihlallerinin önlenmesi imkânı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle tüzel kişiliğin malvarlığı ihlali şikâyetleriyle ilgili davaları açma ve başvuruları yapma hak ve mükellefiyeti doğrudan tüzel kişilik ve tüzel kişiliğin yetkili organlarının görevidir. Bu şekilde yukarıda da vurgulandığı üzere, yetkili organların yapacağı başvurular vasıtasıyla tüzel kişiliğin üyeleri, ortakları ya da pay sahiplerinin hakları dolaylı olarak da olsa korunmuş olmaktadır. 

 Buna karşılık tüzel kişiliği oluşturan bireylerin ya da ortaklık pay sahiplerinin, eski yönetim organı ya da tüzel kişiliğin ortadan kalkmasından sonra eski idarecilerinin tüzel kişilik malvarlığıyla ilgili olarak doğrudan bir hakları bulunmadığından dava ya da başvuru hakları da tanınmamıştır. 

B- Tüzel Kişilik Perdesi, Temsil Bağlamında Üye, Ortak ve Eski İdarecilerin Hukuki Durumu 

Tüzel kişiliği bulunan ve hak ehliyetleri tanınmış ticaret şirketlerinin ortaklardan bağımsız bir varlığa sahip olmaları nedeniyle, şirket ortaklarının üçüncü kişilere ve kamu makamlarının iş ve işlemleri nedeniyle şirket adına dava ve başvuru imkânı mevzuatımızda düzenlenmemiştir. Bu nedenle çoğunlukla tüzel kişiliği bulunmayan adi ortaklıklar bakımından kabul edilen ortak davasının ticaret şirketleri bakımından genel olarak gerekli ve mümkün olmadığı savunulmaktadır. Bu görüşün temelinde, şirketlerin temsile ilişkin hükümlerinin tüzel kişilikçe üçüncü kişilere karşı yöneltilebilecek olan taleplerin şirket tüzel kişiliği nam ve hesabına ileri sürülebilmesi biçiminin mevzuat ve ana sözleşme çerçevesinde belirlenmiş olduğu; şirket ve ortakların birbirlerinden ayrı birer varlık oldukları; üçüncü kişiler ile ortaklar arasında bu noktada herhangi bir ilişkinin varlığından söz edilemeyeceği ve bu konuda beklenmeyen sorunlar ortaya çıktığında ortakların genel kurulu toplantıya çağırmaya ya da bunun için girişimde bulunmaya haklarının olduğu yaklaşımı yatmaktadır.

Buna karşılık doktrinde adi şirketlerde olduğu gibi diğer şirketler bakımından da istisnai durumlarda, zorunlu bir yönetim hakkı olarak şirketin üçüncü kişilere karşı talep haklarının ortaklar tarafından kendi adlarına ileri sürülebileceği de ileri sürülmektedir. Bu noktada sermaye şirketleri bakımından çoğunluğa ya da buna yakın kişiler olması yahut konzern ilişkisinde hâkim işletme olması durumlarında ortaklara, ortaklık adına bu mahiyette bir dava açma yetkisinin verilmesi gerektiği hususları doktrinde tartışılmaktadır. Kuşkusuz tüzel kişilik perdesi nedeniyle tüzel kişilik ile ortak ya da pay sahiplerinin birbirinden ayrı birer hukuk süjesi olduğu açıksa da bazı durumlarda ortaklığın yüksek menfaatinin sınırlı da olsa bu ikinci yaklaşımı haklı ve gerekli kılabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. 

  1. TÜZEL KİŞİLİĞİ TEMSİL YETKİSİ BULUNMAYAN ÜYE, ORTAK VE ESKİ İDARECİLERİNİN BİREYSEL BAŞVURU YETKİLERİ
  1. Genel Olarak  

Bireysel başvuru kurumunun temelinde bireysel hak ve özgürlüklerin korunması, bu konudaki ihlallerin önüne geçilmesi amacı vardır. Bu nedenle, başvurucunun ehliyeti ve kişi bakımından yetkisi değerlendirilirken takdir yetkisinin özgürlüklerinin korunması yönünde kullanılması gerekir. 

Bireysel başvuru yolunu kullanabilme hakkı, bu kurumun hukuksal niteliği itibarıyla olağan yargı mercileri önünde dava ehliyeti gibi kavramlardan bağımsız olarak düşünülmesi gerekmektedir. Bu hususu dikkate alan AİHM, başvuruların kabul edilebilirlik kriterleri arasında yer alan kişi bakımından yetki kavramını ulusal hukuklardaki “dava ehliyeti” gibi sınırlama ve düzenlemelerden ayrı ve “özerk” bir kavram olarak yorumlama yoluna gitmiştir. Bu açıdan bir kişi, ulusal hukuk mevzuatı ya da yerleşik yargı uygulamalarının kişiye “dava ehliyeti” tanıyıp tanımadığından bağımsız olarak başvurucunun şikâyet konusu edilen kamu gücü işleminden doğrudan etkilenmiş olduğu durumda yani ihlalin kendisini kişisel olarak etkileme ihtimaline ilişkin makul ve ikna edici deliller bulunduğu takdirde “mağdur” ve dolayısıyla bireysel başvuru yapmaya ehil olduğu kabul edilmelidir. Yine bir kişi, kendisine ulusal hukukta kamu gücü müdahalesine yönelik olarak yargı mercileri önünde dava açma ehliyeti tanınmasa, bu kamu gücü işleminin muhatabı kabul edilmese ve dolayısıyla “mağdur” sayılmasa dahi AİHM’e bireysel başvuru açısından “mağdur” kabul edilebilmektedir. Örneğin Cıngıllı Holding A.Ş. ve Cıngıllıoğlu/Türkiye kararında başvurucu Holding tarafından, hissedarı olduğu Demirbank’ın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmesine yönelik işlem nedeniyle yaptığı başvuru bu açıdan dikkat çekicidir. AİHM, bu başvuruda ulusal mahkemeler önündeki davada taraf olmayan ikinci başvurucunun Holding hissedarı olmasını ve Holding lehine verilen Danıştay kararının icrası amacıyla açılan bir başka davada taraf olmasını nazara alarak Hükümet tarafından ileri sürülen mağdur olmadığı itirazını reddetmiştir.

Öte yandan, ulusal hukuktaki düzenlemelerin, şirketlerin pay sahiplerine, doğrudan kendilerini ilgilendirmese bile yapılan işlemler nedeniyle dava açma hakkı tanıdığı durumlarda bu kişilerin AİHM’e bireysel başvuru ehliyetinin bulunduğu kabul edilmektedir. Örneğin, ulusal hukukta şirket paylarının değerinde düşüş meydana getiren tasarruflar nedeniyle pay sahibine dava açma ve talepte bulunma hakkı tanınmışsa, bu konuyu AİHM önünde de başvuru konusu yapma hak ve yetkisi bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle ulusal hukukun tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasına pay sahibi bakımından olanak tanıdığı hallerde, AİHM de bireysel başvuru hakkı tanımaktadır (Silva/Portugal, App. No: 11213/84 Admissibility Dec. of 13 October 1986). Bu mahiyette bir şikâyet bakımından, tüzel kişilik perdesinin kaldırılabilmesi için uyuşmazlığa dair iç hukukta görülmüş olan davada başvurucu gerçek kişinin taraf olarak yer alması olması gerekmektedir (J.W/Polonya, App. No: 27917/95 Admissbility Dec. of September 1997).  

2) Statüsü Sone Eren Yönetim Kurulunun ya da Eski Ortakların/Pay Sahiplerinin Bireysel Başvuru Hakkı Bulunup Bulunmadığı Sorunu

A) Anayasa Mahkemesinin Konuya Yaklaşımı 

6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının son cümlesinde yer alan, … Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir.’’ kuralı nedeniyle, özel hukuk tüzel kişileri yalnızca tüzel kişiliğe ilişkin mülkiyet, örgütlenme ve hak arama hürriyeti gibi temel haklar bakımından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabileceklerdir. Özel hukuk tüzel kişileri, bu hakkı ya tüzel kişiliği temsile yetkili kişi veya kişiler tarafından doğrudan ya da onların verdiği vekaletnameye dayalı olarak avukatları aracılığıyla yapabileceklerdir. Tüzel kişiliği temsil etme hak ve yetkisi olmayan şahısların tüzel kişilik adına bireysel başvuru yapması mümkün değildir. Bu kişilerin tüzel kişilik adına yaptığı başvurular “kişi bakımından yetki” kabul edilebilirlik koşulunu karşılamadığı gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır.

Tüzel kişilerin yetkili kurullarınca oluşturulmuş yönetim ve temsile yetkili organın, idari ya da adli bir kararla yani bir kamu gücü işlemiyle değiştirildiği durumlarda önceki yönetim organınca başvuru yapılması ya da önceden yapılmış başvuruların incelenmesine devam edilip edilmeyeceği konusu önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi bu konuda oldukça kısıtlayıcı bir yorumla, başvuru anında temsil yetkisi bulunmayan önceki organ ya da temsilci tarafından yapılan başvuruları kabul edilemez bulmakta ve reddetmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin bir kararında, … Somut olayda, başvurucu şirketin Mahkeme kararıyla TMSF’ye devredildiği, A.T.’ün şirket temsilcisi sıfatıyla şirket adına başvuru yetkisinin bulunmadığı anlaşılmıştır. denilerek yapılan başvurunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. (B.No: 2016/21078, 10.12.2019, pa. 19-20).

Her şeyden önce kabul edilmelidir ki, yönetim ve temsil yetkisi bu yolla elinden alınmış olsa dahi görevden alınan eski yönetimin hak ihlali şikayetleriyle yaptığı başvuruların kategorik olarak, bu kişilerin tüzel kişiliği temsile yetkili olmadıkları gerekçesiyle reddedilmesi bireysel başvurunun hakları koruma fonksiyonuyla bağdaşmaz. Bu durum yönetimi kayyımlara ya da iflas idaresine ya da tasfiye memurlarına devredilmiş yahut doğrudan TMSF’nin yönetim ve denetiminde olan şirketlerin pay sahiplerinin şirketi temsilen yaptıkları başvurular için de geçerlidir. 

Bireysel başvuru kurumunun temelinde bireysel hak ve özgürlüklerin korunması, bu konudaki ihlallerin önüne geçilmesi amacı vardır. Bu nedenle, başvurucunun ehliyeti ve kişi bakımından yetkisi değerlendirilirken takdir hakkının özgürlüklerinin korunması yönünde kullanılması gerekir. 

Özellikle kamu gücünün sahip olduğu üstün yetkiye dayanarak özel hukuk tüzel kişisinin yönetim organını değiştirdiği, buraya atama ya da görevlendirmeler yaptığı, yönetimini kamu görevlilerine devrettiği, ortaklığı tasfiye cihetine gidebildiği bir süreçte, başka bir ifadeyle tüzel kişiliğin yönetiminin tümüyle kamu görevlilerinin elinde ve kontrolünde olduğu bir ortamda,  tüzel kişiliğin maruz kaldığı hak ihlallerine karşı kamu otoritesince atanmış ya da seçilen kişiler tarafından bireysel başvuru yapılması beklemek hak ve özgürlüklerin korunmasına dair temel prensiplerle uyuşmamaktadır. Bu noktada kamu idaresince tüzel kişiliğe atanan idarecilerin ya da tasfiye ve yönetim organının sahip olduğu kamu gücünü kullanarak yaptıkları işlemlere karşı tüzel kişiliğin korumasız bırakılması riski vardır. Keyfi boyuta ulaşabilecek benzer işlemler ve verilen zarardan tüzel kişiliğin ve dolayısıyla pay sahiplerinin haklarının korunmaması bireysel başvuru kurumunun özüne aykırıdır. 

B) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Soruna Yaklaşımı

Tüzel kişilerin nitelikleri itibarıyla Sözleşme’de koruma altına alınan tüm haklar bakımından olmasa da hukuksal nitelikleriyle bağlantılı olarak din özgürlüğü, ifade hürriyeti, örgütlenme, adil yargılanma hakkı ve makul sürede yargılama, mülkiyet hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerini etkileyen durumlara karşı başvuru hakkına sahiptirler. Bu nitelikteki hak ihlalleriyle ilgili olarak tüzel kişilik yetkili organlarınca yapılan müracaatlarda mağdur sıfatı tüzel kişiliğe ait olacağından başvurunun da ortak ya da üyeler adına değil bizzat tüzel kişilik adına yapılmış olması gerekmektedir. 

Bir şirketin pay sahipleri çoğunlukta da olsalar, otomatik olarak şirket tüzel kişiliğinin sözleşme kapsamındaki hakları bağlamında mağdur statüsüne sahip olmayacakları artık AİHM’in yerleşik bir içtihadıdır. Tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin ortakları kendi başlarına ortaklığın haklarının ihlal edildiği yönündeki şikayetlerini AİHM önünde bireysel başvuru konusu yapma yetkileri yoktur. Nitekim Komisyon, Agroteximand Others v. Greece başvurusuyla ilgili kararında, şirketin malvarlığı ve yer aldığı planlama iznine bağlı gelişim projesinde muhatap devlet tarafından pay sahibinin mağdur statüsünün bulunmadığı yönünde ileri sürülen ilk itirazları haklı bulmuştur. Normal koşullarda kamu gücü işlemleri nedeniyle şirketin zarara uğraması ve dolayısıyla da pay sahibinin bundan dolaylı olarak zarar göreceği iddiası tek başına bireysel başvuru bağlamında mağdurluk statüsünün tanınması için haklı bir gerekçe olarak görülmemektedir. Bu noktada tüzel kişilik perdesinin muhafaza edilmesi prensibine bağlı kalınmaktadır.  

Bu noktada vurgulamak gerekir ki, özel hukuk tüzel kişileri ve şirketlerle ilgili olarak ortaklardan ayrı tüzel kişiliğe sahip bir varlık olarak hukuk düzlemindeki oluşumun temel nedeni, ortak ya da üyelerin hedef olarak belirlediği ekonomik, sosyal ya da siyasal amaçlara ulaşmaktır. Bu itibarla tüzel kişilik kurumu, hukuk sistemi içinde oluşturulmuş birer araçtan öte bir nitelik taşımamaktadır. Bazı özel durumlar ve hakların teorik, yüzeysel, içi boş ve yalnızca birer güzel temenniden ibaret değil, pratik ve etkili korunmasının hayata geçirilmesinin gereklilikleri; bu konulardaki iç hukukun tüzel kişilik konusundaki sınırlamalar ve temsil konusu ile Mahkeme önünde görülmekte olan başvurular bakımından tüzel kişilik ve bunun temsili konularında farklılıkları ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle Mahkeme tarafından, tüzel kişilik adına ve onu temsilen yapılan başvurularda başvurucunun iç hukukta biçimsel olarak tüzelkişiliğe sahip olup olmadığı ya da bunun halen devam ettirilip ettirilmediği konularında, bu temel hakların pratik ve etkili korunması prensibini dikkate alarak, iç hukukun kısıtlayıcı kuralları ve içtihadından farklı yorumun benimsendiği görülmektedir.

Benzer biçimde AİHM, tüzel kişilik adına bireysel başvurunun ulusal hukuk doğrultusunda belirlenmiş yetkili organları dışında ortaklar, üyeler ya da eski idarecileri tarafından yapılamayacağı şeklindeki bir yaklaşımın da aynı şekilde bireysel başvuru hakkını farazi ve teorik bir hâle getirebileceği görüşündedir. Mahkeme, bu gibi bazı koşullar altında durumun gereklerine bağlı olarak özel hukuk tüzel kişilerinin yönetim ve temsile yetkili organlarının dışında üye ya da pay sahiplerinin de başvuru haklarını tanımaktadır. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ve pay sahiplerinin tüzel kişiliği temsilen AİHM’e başvuru yapabilmesinin temel koşulları olarak; (a) Tüzel kişi ile pay sahibinin kaderlerinin ortak olması, (b) Atanan tasfiye memuru ya da kayyımın şirketi idarede ve haklarını korumada yetersiz kalması ve (c) son olarak da azınlıktaki paydaşın ulusal hukukta taraf ehliyetine sahip olması hâlleri sıralanabilir. 

Mahkemeye göre bu gibi durumlardan herhangi birinin varlığı, iç hukuktaki kısıtlamalardan ve engellemelerden bağımsız olarak insan haklarına saygı prensibi bir gereği olarak başvurunun incelenmesini gerekli kılmaktadır. 

Bu yaklaşımın bir neticesi olarak; kişi bakımından yetki, temsilcilik ve mağdur statüsü gibi kabul edilebilirlik bakımından önemli olan kavramlar, her ne kadar Sözleşme’nin koruma mekanizmasını harekete geçirmek için vazgeçilmez olsalar da bunların her koşulda ve hem başvuru hem yargılama aşamalarında rijit, mekanik ve esnek olmayan bir şekilde uygulanması beklenmemelidir. Sözleşmede korunan ve Mahkeme kararlarıyla yorumlanarak uygulamaya konulan insan hakları ile bu içerikteki başvurular çoğunlukla ahlaki niteliktedir. Örneğin başvurucu gerçek kişinin ölümü ya da tüzel kişiliğin sona ermesi, dolayısıyla başvurucunun artık bulunmadığı durumda bile başvurunun incelenmeye devam edilip edilmeyeceği noktasında bu özellik dikkate alınır. Özellikle davanın ortaya çıkardığı temel hak ihlali sorunu, başvurucunun kişiliğinin ötesinde ayrı bir öneme sahipse bu husus daha da önemli hâle gelmektedir. Kaldı ki, Mahkemenin kararları yalnızca başvurucunun bireysel olarak haklarının korunmasına değil, aynı zamanda Sözleşme’nin yorumlanarak Avrupa ortak insan hakları değerinin oluşmasına, taraf devletlerin Sözleşme kapsamındaki hak ve yükümlülük sınırlarının belirlenmesine, yaşayan bir metin olarak insan hakları standardının yükseltilmesine de katkıda bulunur.

Bu çerçevede yapılacak değerlendirmede üzerinde önemle durulması gereken bir başka husus ise iç hukuktaki siyasal koşullar nedeniyle tüzel kişiliğin AİHM önünde mülkiyet ya da Sözleşmede korunan diğer hak ve özgürlüklerin korunması için başvuru yapamayacak durumda bırakılmasıdır. AİHM önünde başvuru yapabilmenin engellendiği bu gibi durumların üzerinde özellikle durulmasında yarar vardır. Eğer böyle bir engel varsa tüzel kişi yerine çoğunluk ya da azınlıkta kalan paydaş, tüzel kişiliğe yönelik tasarruflara karşı tüzel kişilik perdesinin kaldırılması suretiyle tüzel kişi yerine AİHM’e başvuru yapabilecektir.

Bu nedenledir ki, sorunun tam olarak anlaşılabilmesi için, mevcut fiili ve hukuksal durumun niteliğine göre tüzel kişilik adına başvuru hakkı ve yetkisinin tartışılması gerekir.

  1. Şirketin Tek Hissedarı ya da Çoğunluk Hissesine Sahip Olan Paydaşın Başvurusu 

Tüzel kişiliğin mülkiyet hakkının ihlali teşkil eden kamu gücü işlemlerine karşı yargısal yollara başvuru yapma ve bu ihlalin ortadan kaldırılmasını isteme yetkisinin şirketin yetkili organı ve temsilcine ait olması genel bir prensiptir. Tüzel kişilik perdesi ilkesi uyarınca, bu gibi başvuru yollarının şirket tüzel kişiliği adına ancak organlarınca yapılabileceği yaklaşımı,  özellikle şirketin çoğunluk hissesine sahip olan kişi ile şirketin kaderlerinin birlikte yazıldığı durumlarda meşru olarak görülemez. AİHM’e göre şirketin paylarının büyük çoğunluğunun bir kişiye ait olduğu durumda, tüzel kişilik ile başvurucunun kaderlerinin adeta birlikte yazılmış olduğu kabul edilmelidir. Bu koşullar altında mülkiyet hakkının korunması bakımından iç hukuk mercileri önünde ya da AİHM nezdinde başvuru yapılıp yapılmaması noktasında paydaşlar ya da paydaşlar ile yönetim organı arasında ihtilafların ortaya çıkması mümkün gözükmemektedir. Burada ortaklık tüzel kişiliği ile pay sahibinin menfaatleri arasında bir yarışma ya da farklı görüşler nedeniyle hakların korunması noktasında bir riskin ortaya çıkması ihtimali yoktur. Bu gibi ortaklığın menfaatleri ile şirketin pay sahibinin menfaatinin tümüyle birbiriyle örtüştüğü takdirde mağdur statüsünün pay sahibinin ya da tüzel kişiliğe tanınması arasında fark bulunmamaktadır. 

  1. Yönetimine Kayyım Atanan Özel Hukuk Tüzel Kişileri ve Şirket Ortaklarının Başvurusu 

Tüzel kişilerin ve bu arada şirketlerin yönetimlerinin kayyımlara devredilmeleri halinde bunların yönetimiyle birlikte temsil yetkisi de kayyımlar tarafından kullanılmaktadır. Kayyım atanması konusundaki düzenlemeler TMK’nin 426. ve 427. maddelerinde yer almaktadır. Tüzel kişilere kayyım atanması esas itibarıyla tüzel kişiliğin herhangi bir sebeple organsız kalması ya da yürütülen adli soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla şirketin yönetiminin kayyıma devri hâlinde söz konusu olacaktır. Buna ilave olarak belirtmek gerekir ki, şirketin haklı sebeple feshinin talep edilmesi durumunda ya da iflas erteleme sürecinde alınabilecek bir tedbir olarak belirli bir süre boyunca şirketin yönetimini üstlenmek üzere kayyım görevlendirilebilmektedir.

Ceza hukukunda ise, şirket yönetimine kayyım atanması, CMK’nun 128. maddesinde düzenlenmiş olan şirket paylarına el konulmasından farklı bir koruma tedbiridir. Kayyım atama işlemiyle soruşturma ve kovuşturma süreçleri bakımından maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi, şüphe sebebi teşkil eden konularla ilgili tüzel kişiliğin faaliyetlerine yönelik içeriden bilgi edinme ve denetleme yapılması beklenmektedir. Ayrıca bu durum, yargılama neticesinde tüzel kişilik mallarının müsaderesi kararının alınmasına de bir vasıta teşkil etmektedir. 

Bu ya da benzer nedenlerle tüzel kişilerin yönetiminin kayyıma devredildiği durumlarda ortaklık ile paydaşların menfaatleri çatışabilmektedir. Özellikle tasfiye halindeki veya acze düşüp kayyım tarafından idare edilen tüzel kişilerin menfaatleri ile bunun sahiplerinin çıkarlarının birbiriyle örtüşmesi beklenemez. Kayyım tarafından yönetilen tüzel kişiliğin menfaatleri ile bunun sahibi ya da paydaşlarının çıkarları arasında farklılıklar olabilecektir. Gerçekten de şirkete atanan kayyımın öncelikleri, bu işlemin gerekçesi, atanan kişilerin tercihleri, hatalı değerlendirmeleri vb. sebeplerle tüzel kişiliğin gerçek ve somut çıkarlarıyla da çelişebilmektedir.   

Şirketler ya da diğer tüzel kişilerin yönetiminin kayyıma devredildiği bazı durumlarda tüzel kişinin malvarlığı hakkında kamu gücü işleminden kaynaklı müdahaleler nedeniyle pay sahiplerinin doğrudan bir zararından ya da hak ihlalinden söz edilemese de tüzel kişiyi temsile yetkili organın hareketsiz kaldığı ya da gerekli başvuru yollarına müracaatta bulunmasının beklenemeyeceği koşullarda ortakların ya da üyelerin mağdur sıfatıyla dava ya da başvuru yetkisinin bulunduğunun kabulü gerekmektedir. Özellikle kayyım olarak atanan kişilerin kamu gücünü kullandıkları ve bu açıdan Devlet adına işlemler tesis ettikleri göz önüne alındığında artık bu aşamada teorik olarak adeta devletin kendi kendini dava etmesinin beklenmesi gerekir ki bu bireysel başvuru kurumunun mahiyetiyle örtüşmemektedir. Bu gibi durumlarda, ülkenin siyasi ve hukuksal atmosferine bağlı olarak kamu otoritesinin atamış olduğu kayyımın yönetim ve denetimindeki bir tüzel kişilik ya da şirketin kamu gücü iş ve işlemleri bakımından temel hak ihlallerini AİHM önüne taşınması, bu bağlamda mahkemeye erişim imkanı tümüyle ortadan kalkmış olacaktır. Bu tüzel kişilik için olduğu kadar, pay sahibi, üye ya da ortağın da korumasız kalması anlamına gelecektir.  

Ortak ya da pay sahiplerinin şirket tüzel kişiliği adına yaptıkları başvurularda AİHM, kişi bakımından yetki açısından öncelikle şirkete atanan kayyımın şirket menfaatlerinin korunması bakımından gerekli ve yeterli ölçüde girişimde bulunup bulunmadığını incelemekte ve buna göre değerlendirme yapmaktadır. Başka bir ifadeyle kayyımın tüzel kişiliğinin hak ve menfaatlerini korumada herhangi bir olumsuz tutumu ya da eylemsizlik halinin söz konusu olmadığı, şirketi temsil ve haklarını korumada özenli hareket ettiğinin görülmesi hâlinde ortağın ya da pay sahiplerinin bu başvuruları yapabileceklerinin kabul edilmesi makul görülemez. Nitekim AİHM, yapılan değerlendirme neticesinde atanan kayyım ya da yöneticilerin şirket malvarlığını ve menfaatlerini koruma bakımından özenli davrandıkları ve gerekli ve yeterli tasarrufta bulundukları tespit edildiği durumda artık tüzel kişilik perdesinin aralanmasının söz konusu olmadığı yönünde karar vermiştir. Bu durumda pay sahipleri payları ne olursa olsun AİHS 34. maddesi bağlamında mağdur kabul edilemezler. Bu konuda Vesila ve Loyka/Slovakya başvurusunda AİHM, davada diğerleri yanında kayyımın şirketin çıkarlarını uygun şekilde kollamadığını gösteren bir veri bulunmadığı gerekçesiyle, ortaklığın başvurusunu kişi bakımından yetkisizlik gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur. 

AİHM’nin bu kararlarından yola çıkılarak yönetimine kayyım atanan şirketler bakımından, tüzel kişilik perdesinin kaldırılabilmesi ve ortak tarafından yapılan başvurunun kişi bakımından yetki kriterini karşılayabilmesi için atanmış yönetici ya da kayyımların şirketin aktifini azaltacak tarzda eylem, işlem yahut ihmaller ve tasarruflarının ortaya konulması gerekir. Bu durumda tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla, özellikle ticaret şirketlerinin temsile yetkili organının ortaklığın tüzel kişiliği ya da pay sahiplerinin menfaatlerine aykırı olacak şekilde bu hakkın kötüye kullanılması ihtimaline karşı pay sahipleri ya da üyelerin haklarının korunması sağlanmaktadır. Şirketin halihazırdaki seçilmiş ya da duruma göre atanmış organları veya tasfiye memurları tarafından temel hak ihlali iddiası ve şikayetinde bulunulmadığı hallerde ortakların başvurusu kabul edilmektedir. Bu noktada şirketin yönetiminde olan görevlilerin yükümlülüklerine aykırı hareket ettiklerinden şüphelenmeyi gerektirecek bir durumun bulunup bulunmadığı önem kazanmaktadır. 

AİHM, zorunlu koşullar altında, şirketin esas sözleşmesi uyarınca seçilip belirlenmiş organları yahut tasfiye memurları tarafından yahut onlar aracılığıyla mülkiyet hakkı ihlali iddiasıyla dava ya da başvuru yapılmasının olanaksız olduğunun açıkça tespit edildiği takdirde, pay sahiplerinin şirket adına başvuru yapabileceğini belirtmiştir. Bu gibi istisnai durumlarda şirket pay sahiplerinin mevcut idarecilerin gerekli başvuruları yapmadıkları ya da yapmalarının beklenemeyeceğini gerekçeleriyle birlikte somut ve makul biçimde ortaya koymak suretiyle şirket tüzel kişiliğinin nam ve hesabına başvuru yapabilmesi kabul edilmektedir.

  1. İflas ve Tasfiye Sürecindeki Şirket ve Özel Hukuk Tüzel Kişiler

Tüzel kişiliğin çeşitli nedenlerle sona ermesi söz konusu olabilmektedir. Bunun en önemli sonucu ise tüzel kişi ya da şirketin tasfiye surecine girmesi ve mal varlığının tasfiye edilmesidir. Bu dönemde fesih işleminin tabii bir sonucu olarak tasfiye yapılmakta; tüzel kişiliğin malvarlığı paraya çevrilmekte, alacakları tahsil edilmekte, borçları ödenmektedir. Bu işlemler tasfiye memurlarınca yürütülmektedir. 

İflas ve tasfiye sürecinde bu iş için görevlendirilen iflas ve tasfiye memurları tüzelkişiliğin idaresinden sorumludurlar. Tüzel kişiliğin hak ve menfaatlerini gözetip gerekli gördükleri takdirde bunların takip ve tahsili için girişimleri yapmak durumundadırlar. İflas ve tasfiye sürecindeki şirketlere atanan tasfiye memurları tarafından, yönetim ve denetimleri altındaki tüzel kişiliğin ve onun ortaklarının menfaatlerine zarar veren tarzda iş ve işlemler tesis edilmesi olasılığı ise tümüyle dışlanabilecek bir yaklaşım değildir. 

Tüzel kişilik perdesi öncelikli olmakla beraber pay sahibi tarafından şikayet konusu edilen hususun bizatihi şirkete el konulması, şirkete tasfiye memurları atanması ve tasfiye sürecinde yapılan işlemler ya da şirketin iflasının ilan edilmesi olduğu durumlarda bu ilkenin uygulamasında daha dikkatli ve özenli olunması gerekecektir. Bu noktada şirketin pay sahipleri ve esasında maliki durumundaki paydaşları ile şirkete yeni atanmış olan iflas ya da tasfiye memurları arasında çıkar çatışmasının olması mümkündür. Bu dönemde şirketi idare eden iflas ya da tasfiye memurlarının, kendilerinin atanmalarına dair kamu gücü işlemleri ile yaptıkları iş ve işlemler nedeniyle şirketin mülkiyet haklarının ihlal edildiği şikayetleriyle yargı mercilerine ve nihayetinde AİHM’ne bireysel başvuru yapmaları beklenemez. Bu durumda bireysel başvuru bakımından temsil yetkisinin tüzel kişiliğin hak ve menfaatlerinin korunması ilkesine uygun biçimde geniş yorumlanması, mevcut hukuki sorunun niteliğine uygun düşecek tarzda iflas ve tasfiye memurları dışında bir kısım kişi ve organlara da bu yetkinin tanınması gerekir. 

Yukarıda sözü edilen Agrotexim and Others v. Greece başvurusuyla ilgili Komisyon kararında ortaya konulan içtihadında, iflas ve dolayısıyla tasfiye sürecinde şirket tüzel kişiliğinin yasal temsilciliğini tasfiye memurlarının yürüttüğü ve bu nedenle de şirket tüzel kişiliği adına bireysel başvurunun da yalnızca bu kişiler tarafından yapılabileceği konusundaki yaklaşımın sakıncaları ortadadır. Bu çözüm biçiminin, temel hakların korunmasındaki temel ilkelerle uyumlu olmadığı, tüzel kişiliğin korumasız bırakması ve nihayetinde pay sahiplerinin haklarını da tehdit ettiği açıktır. 

AİHM, Capital Bank AD v. Bulgaristan başvurusunda bu hususları ve ortaya çıkan sakıncaları giderecek çözüm biçimini benimsemiştir. Buna göre, iflas ve tasfiye memurlarınca şirket tüzel kişiliğinin mağduru olduğu temel hak ihlali şikayetlerinin yargı mercileri ve Mahkeme önüne taşınmadığı ve bu hususun ihmal edildiği takdirde şirket tüzel kişiliği adına bu başvurunun Şirketin Genel Müdürü, Genel Müdür Yardımcısı ve hatta şirket ortakları tarafından da yapılabileceğine hükmetmiştir. AİHM bu kararında, Hükümet tarafından Şirketin iflas ve dolayısıyla tasfiye sürecinde olduğu ve dolayısıyla başvurunun kayıttan silinmesi gerektiği yönündeki itirazları da haksız bulup reddetmiştir. Mahkeme, burada başvurunun esasında bir ahlaki ve moral boyutunun da bulunduğuna vurgu yapmakta, başvurucu şirketin hukuk aleminde ortadan kalkmasından sonrasının da hesaba katılması ve buna göre mağdur statüsünün değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Şirket tüzel kişiliğinin sona erdiği ve faaliyet göstermeye devam etmediği durumda dahi başvuru neticesinde hükmedilecek tazminatın, durumun gerektirdiği şekilde, şirket sermayesindeki temsili katılımlarına göre hissedarlara veya onların yasal varisleri ve mirasçılarına ödenmesi gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.

Başka bir ifadeyle, şirketin tasfiye sürecinde şirkete atanan iflas ve tasfiye memurları ya da çeşitli gerekçelerle şirkete atanan kayyımlar tarafından doğru ve düzgün bir başvurunun yapılmasının beklenemeyeceği ve şirketin maruz kaldığı durumun pay sahibinin ortaklıktan kaynaklanan haklarını doğrudan etkilediği ve ihlal ettiği takdirde ortakların mağdur statüsü tanınmaktadır. Aynı durum, şirket pay sahibinin ortaklığın tek hissedarı olduğu yahut şirketin yalnızca kendi işlerinin yürütülmesine özgülendiği durumlar için de geçerlidir.

  1. Yönetimine El Konulan Şirket ve Özel Hukuk Tüzel Kişileri

AİHM, bu konudaki temel yaklaşımını Credit and Industrial Bank v. The Czech Republic başvurusundaki içtihadıyla ortaya koymuştur. Başvuruya konu olayda söz konusu bankaya devlet tarafından el konulmuş ve yönetimi tamamen değiştirilmiştir. Bankaya el konulması yönünde tesis edilen kamu gücü işlemine karşı bankanın önceki başkanı, yöneticileri ve ortakları iç hukukta karşı dava açmışlardır. İç hukukta Bankanın önceki Başkanı, yöneticileri ile ortaklarının artık şirketi temsile yetkili olmadıklarını ve dava açma hakkına sahip olmamaları nedeniyle kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle davaları reddedilmiştir. Bu kişiler tarafından yapılan başvuruyla ilgili olarak AİHM önünde Çekya Hükümeti tarafından, başvurucu eski Başkan, yöneticiler ve ortakların zarar gören olarak tanımlanamayacağı ve dolayısıyla mağdur statüsünün bulunmadığı savunulmuştur. Başvuruya ilişkin olarak mağdur statüsünü tartışan AİHM, bankanın tüzel kişiliğinin devam ettiğini, başvurucuların zorunlu yönetim atanması ile engellendiklerini, bu koşullar altında bankanın yalnızca mevcut zorunlu yönetimce temsil olunabileceğini kabul etmenin mülkiyet hakkının korunması ve bireysel hak arama özgürlüğünü hakkının kullanılmaz duruma düşüreceğini, eski yönetici ve ortakların çoğunluğunun bankanın yararına olan ve geçerli bir başvuru yaptıklarının kabulünün gerektiğini belirtilmiştir.

Bu karara konu somut olayda şikâyetin özü, yönetimine kayyım atanan şirketin eski yöneticisinin zorunlu kayyım atanma kararına karşı itirazda bulunmak üzere mahkemeye etkili bir erişime imkân tanınmamasıdır. Mahkeme, söz konusu davada yapılan başvuruda, bankayı temsil etmeye yalnızca kayyımın yetkili kılınmasının, bireysel başvuru hakkının teorik ve farazi bir hale getireceğini söylemiştir. Aynı zamanda kararda dikkat çeken bir diğer husus ise devletçe el konulan bir bankanın kamu gücü tarafından el koyma işlemine karşı açılacak davaların, yine kamu makamlarınca atanan kayyım yöneticiler vasıtasıyla yürütülmesinin beklenmesinin neden olabileceği sakıncalara vurgu yapılmasıdır.

  1. Ticaret Sicilinden Silinen Şirketler
İç hukuktaki mevzuat uyarınca tüzel kişiliğin ortadan kalkması ve şirketlerin ticaret sicilinden terkini durumunda AİHM önündeki bireysel başvurunun akıbetinin ne olacağı hususu üzerinde özenle durulması gerekir. Bu aşamadan sonra başkan, yöneticiler ve ortakların zarar gören olarak tanımlanamayacağı ve dolayısıyla mağdur statüsünün bulunmadığı savunulabilir. Bu konu, şikayet konusu edilen kamu gücü işlem ya da eyleminin niteliği ile hak ve özgürlüklerin korunmasına dair prensipler çerçevesinde değerlendirilmelidir. 

Capital Bank AD v. Bulgaria başvurusu, AİHM önünde bu nitelikte sorunun tartışıldığı bir karardır. Tasfiye edilen bir şirketle ilgili bu başvuruya ilişkin olarak muhatap Hükümet tarafından Mahkemeye sunulan görüşte, başvuru yapan bankanın tasfiye işlemlerinin gerçekleştirildiğini, dolayısıyla inceleme devam ederken artık tüzel kişiliğinin sona erdiğini, bu koşullar altında Sözleşme’nin 37 § 1. maddesi uyarınca başvurunun listeden silinmesi talep edilmiştir. 

Mahkemenin kararında, somut şikayet bağlamında, başvurunun başlangıçta başvurucu banka adına yönetim kurulu başkanı, başkan yardımcıları ve pay sahipleri tarafından yapıldığı vurgulanmıştır. Mahkemeye göre, tasfiye halindeki bir bankanın normalde tasfiye memurları tarafından temsil edilmiş olmasının gerektiği açıktır. Mevcut davadaki kabul edilebilirlik kararında ise Mahkeme, belirli koşullarda ve Sözleşme’nin 34. maddesinin, teorik ve aldatıcı olmaktan ziyade pratik ve etkili hakları güvence altına alma gereği olarak yorumlanması gerektiğini vurgulamıştır. Mahkemece, davanın mevcut koşulları altında Sözleşme’de ve Protokollerde tanımlanan insan haklarının korunmasına ilişkin prensip bağlamında başvurunun Hükümet tarafından listeden çıkarılması talebi reddedilmiştir.

SONUÇ 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, istisnai nitelikte de olsa tüzel kişilerin mülkiyet haklarının kamu gücü tarafından ihlal edildiği durumlarda mağdur olan bu kişiler adına tüzel kişiliğin üyeleri, şirket ortakları ve eski yöneticilerinin de mağdur sıfatının varlığını kabul etmekte ve onlar tarafından yapılan başvuruları incelemektedir. Bu gibi durumlarda esasında şirket tüzel kişiliğinin doğrudan zararı, ortaklar ya da üyeler bakımından dolaylı zarar olarak ortaya çıkmaktadır. Bu takdirde kamu gücü işleminden kaynaklanan zarar, ortakların ve aynı zamanda şirket tüzel kişiliğinin mülkiyet hakkının ihlali teşkil etmektedir. 

Burada vurgulanması gerekir ki AİHM içtihadında, ortaklığın eski idareci ya da pay sahiplerine tanınan tüzel kişiliği temsilen başvuru yetkisi ya da Mahkemenin ticaret şirketleri ortaklarının belli bazı koşullar altında başvurucu sıfatını kabul etmesi mağdurluk statüsüne dair yaklaşımın genişletilmesi olarak değerlendirilemez. 

Mahkeme bunu şirket tüzel kişiliğini temsil hak ve yetkisinin gerektiği gibi kullanılmadığı ya da mevcut koşullar altında kullanılmasının beklenemeyeceği hâllere özgü ve özel bir durum olarak görmektedir. Bu yaklaşım, en önemli temel haklardan olan mülkiyet hakkının gerektiği gibi korunabilmesi bakımından hayati önemdedir; aksi tutum, mülkiyet ve diğer Sözleşmesel temel hakların korumasız bırakılması anlamına gelebilecektir. Elbette bu yöntemin ancak çok istisnai ve özellikle tüzel kişiliğin dava hakkının kullanılmasında bir engel niteliği taşıdığı hallerde uygulanabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. 

Bu yaklaşımın Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru hakkı ve inceleme yöntemi açısından da prensip olarak konulması şarttır. Zira bireysel başvuruyla ilgili anayasal düzenlemeler ve diğer mevzuat büyük ölçüde AİHS ve AİHM içtihadıyla uyumludur ya da uyumlu biçime yorumlanmaya müsaittir. Ne var ki AYM içtihadı ile AİHM içtihatları karşılaştırıldığında diğer pek çok konuda olduğu gibi kabul edilebilirlik koşulları bakımından uzlaştırılabilir mahiyette olmadığı görülmektedir. Yine vurgulamak gerekir ki, bu durum ve tutum arizi, istisnai ve azımsanabilecek boyutları aşmış; ciddi, yerleşik ve kronikleşmiş boyutta, ihmalin ötesinde bilinçli tercihler halini almıştır. Bu noktada, Anayasal bir zorunluluk ve gereklilik olarak Anayasa Mahkemesinin başvurucunun temsil yetkisi ve mağdurluk sıfatı bakımından Sözleşme ve AİHM’in Sözleşme yorumuyla çatışan yaklaşımının AİHM önünde ihlalle sonuçlanması kaçınılmazdır.

Sözleşme sistemi, taraf ülkelerde insan hakları standardı bakımından çağdaş dünyada kabul edilebilir asgari eşiği temin etmeyi ve koruma şemsiyesi altındaki tüm gerçek ve tüzel kişilerin bu haklardan yararlanmasını sağlamayı hedeflemektedir. Taraf devletlerden bu konuda iyi niyetli davranma kararlılığında olmaları beklenir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir