Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı ve Hakim Önüne Çıkarılmamaya İlişkin Şikayetler Açısından Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuruda Başvuru Yollarının Tüketilmesi Sorunu
Özgürlük ve güvenlik hakkının ihlali bağlamında Anayasa Mahkemesi önüne taşınan şikâyetin içeriğine göre başvuru yollarının yöntemince tüketilmesi sorunu büyük önem taşımaktadır. Genel olarak başlangıçta tutuklama ya da sonraki aşamada tahliye talebinin reddi ve tutukluluğun gözden geçirilmesi sürecine tutukluluk halinin devamına dair hakimlik ya da mahkeme kararlarına yapılan itirazların reddiyle birlikte başvuru yolları tüketilmiş olmaktadır. Bu noktada tutukluğun uzun sürdüğü ve makul süreyi açtığı, tutukluk incelemesinin evrak üzerinden yapıldığı ya da hakim önüne çıkarılmama şikayetleri bakımından başvuru yollarının tüketilmesi konusu özellik arz etmektedir.
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru incelemesi sürecinde kabul edilebilirliğine karar verilen başvurunun bir örneğini Mahkeme İçtüzüğünün 71. maddesi uyarınca Adalet Bakanlığına göndermekte ve Bakanlık’tan yazılı görüşünü sunması istemektedir.
Başvurucuların, uzun süre tutuklu kalması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği şikayetleri bakımından sunulan Bakanlık görüşlerinde bu şikayetler yönünden 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun tüketilmesinin gerektiği savunulmakta, bu yola gidilmemişse başvuru yolları tüketmediği gerekçesiyle başvurunun reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmektedir.
Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi veya makul süreyi aştığı, tutukluluk incelemeleri sırasında hakim önüne çıkarılmama, duruşma yapılmaksızın tutukluluk halinin incelendiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu tahliye edilmiş veya hükümlü hâle gelmiş ise asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğuna hükmetmiştir. (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §§ 48-62; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, §§ 33-45; Ahmet Kubilay Tezcan, B. No: 2014/3473, 25/1/2018, § 26). Bu nedenle yargılamanın devamı sırasında tahliye olan ya da tutukluluğu devam etse bile mahkumiyetine karar verilip dosyası istinaf veya temyiz aşamasındaki sanıklar tarafından yapılan bireysel başvuruların bu şikayetlere ilişkin kısmı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmektedir. (Sultan Kaya Başvurusu, B.No:2020/29355, https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29355 p.43-44)
Bilindiği üzere başvuru yollarını tüketilmesi bireysel başvuruların kabul edilebilirlik koşuludur. Bu durum 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkında Kanun’un 45/2. maddesinde açıkça hükme bağlanmıştır. Maddede, “… İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.” denilmiştir. Bireysel başvuru kurumunun ikincil bir hak arama mekanizması olması, bu yola başvurulmadan önce olağan başvuru yollarının tüketilmesini gerekli ve zorunlu kılmaktadır.
Bu noktada tüketilmesi gereken olağan hukuk yolunun neyi ifade ettiği, başka bir ifadeyle hangi hukuk yollarının “olağan” ve “tüketilmesi gerekli” olduğu hususunun tespiti önem taşımaktadır. Bir hukuk yolunun bu nitelikte olabilmesi için; ihlalin ortaya çıktığı tarih itibarıyla hem teoride hem de pratikte ihlali gidermede etkin ve elverişli olması, başvurucu ya da vekilinin doğrudan başvurabilmesi, ihlal ve sonuçlarını telafi sağlayabilecek mahiyette ve makul başarı şansı sunması gerekir.
Bu açıdan soruşturma aşamasında verilen takipsizlik kararı, yargılama aşamasında ise verilen esasa ilişkin hükmün kesinleşmesinden önceki aşama bakımından CMK 141’de yer alan “tazminat yolu”nun etkin ve erişilebilir kabul edilmesi “teorik” açıdan kanaatimizce pek mümkün gözükmemektedir. Zira anılan Yasanın “Tazminat isteminin koşulları” kenar başlıklı 142/1. maddesinde “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.” hükmü bu yolun işlerliği açısından “kesinleşmeyi” şart koşmuştur. Bu itibarla CMK’nun 141. maddesinde düzenlenen tazminat yolu, yalnızca tutuklama tedbirine konu soruşturma ve kovuşturmanın “kesin” hükme bağlanmasının ardından başvurulabilecek bir yol olarak görülmektedir. Kaldı ki, bu konuda bir yargısal pratikten söz edilmesi imkanı da yoktur. Mahkemelerin takipsizlik ya da nihai hükmün kesinleşmediği dönemde tazminata hükmetme konusunda geliştirdiği içtihadı ya da uygulaması da bulunmamaktadır. Buna karşılık Anayasa Mahkemesinin yukarıda atıf yapılan kararları nedeniyle, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemeleri sırasında hakim önüne çıkarılmama, duruşma yapılmaksızın tutukluluk halinin incelenmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkı ihlal edildiğine dair şikayetler bakımından bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu tahliye edilmiş veya hükümlü hâle gelmiş ise asıl dava sonuçlanmamış dahi olsa CMK 141. maddesinde düzenlenen tazminat yolunun kullanılması gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesinin yukarıda vurgulanan kararları karşısında, başvurucuların CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmada etkili ve makul bir tazmin yolu olmadığı yönündeki kanaatleri, bu yolu kullanmamayı tercih edebilecekleri şeklinde yoruma imkan tanımamaktadır. Bu yolun söz konusu şikayetler bakımından mutlaka tüketilmesi gerekmektedir. Elbette tutukluluğun hukuken devam ettiği aşamada yani başvurucu salıverilmemiş ya da hakkında mahkumiyet hükmü henüz tesis edilmemişse CMK 141. maddede düzenlenen tazminat yoluna gidilmesi söz konusu olamayacağı dikkatten kaçırılmamalıdır.